TOINETTE

Oyunun Adı: Hastalık Hastası
Yazar: Moliere
Çeviren: Lütfi Ay

TOINETTE – Efendim, sizin gibi dillere destan olmuş bir hastayı doğrusu çok merak ediyordum, onun için sizi görmeye gelmemi, lütfedip, hoş karşılayacağınızı umarım; her tarafa yayılmış olan ününüz cesaretimi mazur gösterebilir. (…) Görüyorum ki, Mösyö, yüzüme pek dikkatle bakıyorsunuz. Kaç yaşındayım dersiniz? (…) Hah! Hah! Hah! Hah! Hah! Tam doksan yaşındayım. (…) Evet. Bu yaşta bu kadar körpe, bu kadar dinç kalabildimse, sanatımın sırları sayesindedir. (…) Efendim, ben gezginci doktorum, kentten kente, ilden ile, ülkeden ülkeye gider, şanıma layık parlak konular, hekimlikte keşfettiğim o büyük ve güzel sırları denemek fırsatını bana verebilecek, durumlarıyla ilgilenmeye değer hastalar ararım. O bir sürü adi hastalıklarla, romatizma ve nezle gibi ıvır zıvırla, hafif sıtma nöbetleriyle, dalak ve karaciğer bozukluklarıyla, baş ağrılarıyla oyalanmaya tenezzül etmem. Önemli hastalıklar isterim ben: Sayıklama nöbetleri içinde dinmeyen ateşler, güzel vebalar, su toplamasından şişmiş karınlar, göğüs iltihaplarıyla karışık en alasından zatülcenpler; işte bunlara bayılırım, böyle hastalıkları yere sererim ben. Ah efendim, keşke bütün bu saydığım hastalıklara tutulmuş olsaydınız, bütün hekimler sizi bırakıp gitmiş olsalardı, ümitsizlik içinde, can çekişirken bulsaydım sizi de ilaçlarımın ne kadar etkili olduğunu, size hizmet etmeye nasıl can attığımı görseydiniz. (…) Nabzınızı verin bana. Hadi, doğru dürüst at bakalım. Yoo! Ben seni hale yola koymasını bilirim. Vay! Bu ne küstah nabız böyle: Anlaşıldı, sen daha beni tanımıyorsun. Doktorunuz kim? (…) Defterimdeki büyük hekimler arasında böyle bir adam yok. Ona göre neymiş hastalığınız? (…) Hepsi cahil bunların: Sizin hastalığınız akciğerde. (…) Evet ne hissediyorsunuz? (…) Tamam akciğer. (…) Akciğer. (…) Akciğer. (…) Akciğer. (…) Akciğer. Yemeklerinizi iştahla mı yersiniz? (…) Akciğer. Biraz da şarap içmeyi sever misiniz? (…) Akciğer. Yemeklerden sonra hafif bir uyku bastırır da, biraz kestirmek hoşunuza gider mi? (…) Akciğer, akciğer diyorum size. Peki gıda olarak neler veriyor doktorunuz size? (…) Cahil! (…) Cahil! (…) Cahil! (…) Cahil! (…) Cahil! (…) Cahil! (…) Cahil! Kara cahil! Kapkara cahil! Şarabınızı hiç su katmadan içeceksiniz; sonra, çok sulu olan kanınızı koyulaştırmak için, alasından besili sığır eti, besili domuz eti, yağlı Hollanda peyniri, bol bol irmik, ve pirinç yiyeceksiniz, pekleştirip kıvamına getirmek için de kestane ile koz helvası. Hekiminiz hayvanın biriymiş. Ben size kendi yetiştirdiğim bir hekimi göndermek istiyorum, ben de ara sıra sizi görmeye gelirim, bu şehirde kaldıkça. (…) Hay Allah! Siz bu kolunuzu ne yapıyorsunuz, bakayım? (…) Yerinizde olsam, bu kolu hemen kestirip atardım. (…) Canım bütün gıdayı kendine çekip alıyor, öbür tarafın faydalanmasına engel oluyor, görmüyor musunuz? (…) Bakın, şurada bir sağ gözünüz var, yerinizde olsam onu da çıkartırdım. (…) Sol gözünüzü nasıl rahatsız ettiğini, onun gıdasını aşırdığını görmüyor musunuz? İnanın bana, hemen çıkartın onu, sol gözünüzle her şeyi daha iyi görürsünüz. (…) Allaha ısmarladık. Sizden bu kadar çabuk ayrılmak istemezdim, ama büyük bir konsültasyonda bulunmak zorundayım, dün ölen bir adamı muayene edeceğim. (…) Evet kendisini iyi etmek için neler yapılması gerekirdi, onu anlamak için. Gene görüşürüz.