VATAN YAHUT SİLİSTRE

Yazar: Namık Kemal

Olaylar, 1853 yılında Osmanlı Devleti ile Rusya arasında çıkan Kırım Savaşı’nda gönüllü olarak orduya katılan İslam Bey ile kendisinden sonra Silistre’ye giden Zekiye adlı genç bir kızın aşkı etrafında gelişir. Silistre Kalesi, 15 Mayıs 1854’te Rus ordusu tarafından kuşatılır. İmparatorluğun her yerinden gönüllüler kaleyi savunur. Zekiye, erkek kıyafetleri giyer ve Adem adıyla gönüllülerin arasına karışır. İslam Bey yaralandığında onunla ilgilenir. İslam Bey yaralı olmasına rağmen düşmanın cephaneliğini ateşlemek için Zekiye ile birlikte gider. Haftalarca süren yoğun saldırıların ardından Müslüman askerlerin kahramanca direnişi sayesinde kuşatma kaldırılır. Döndüklerinde kuşatmanın kalktığını gören Zekiye ve İslam Bey bu mutlu düğünle evlenir.

Birinci Perde

Zekiye odasında yatmış, kendine İslam Bey’e olan aşkını anlatıyor. Bu sırada İslam Bey vedalaşmak için Zekiye’nin penceresinden dolaşmaktadır. Sesi duyunca kendini belli eder. Zekiye utanır.

İslam Bey, Silistre’ye yardıma giden gönüllülerden biri olmaya kararlıdır. Bunu Zekiye’ye söyleyince büyük bir aşk yaşayan Zekiye doğal olarak çok üzüldü. Bu nedenle Sayın İslam’ı bu karardan caydırmaya çalışır. İslam Bey, ataları arasında kırk iki şehit olduğunu ve bu kadar şehit olan bir aile ferdinin kaçmasının uygun olmayacağını belirtir.

Zekiye ise kardeşini şehit vermiş, yıllar önce cepheye giden babasından ise yıllardır bir haber alamamıştır… Şimdi de hayatta tek sevdiği İnsandan ayrılmak, ona kat be kat zor gelmektedir. Yine de, onu sevgi ile uğurlar. İslam Bey, “Yaşasın vatan !” diyerek Zekiye’nin yanından ayrılır.

İslam Bey, Zekiye’nin yanından çıktıktan sonra, dışarıda kendisini bekleyen gönüllülerin yanına gelir ve “Beni seven peşimden gelsin” diyerek yola düşer.

Biraz sonra Zekiye de erkek kılığına girer ve İslam Bey’in gittiği yoldan takip eder.

İkinci Perde

Gönüllüler Silistre Kalesi’nde. Zekiye’de bunlardan biridir. Miralay Sıtkı Bey, ölüm ve yaşam günlerinin sayılı olduğunu ve herkesin gidebileceğini söyleyince, gönüllülerden biri, “Gideceksek buraya neden geldik? ” Zekiye’yi çocukken göndermek isteseler de benim ısrarımdan vazgeçerler… Çatışma tüm şiddetiyle başlar. Zekiye onu tanıdığı için hemen yanına koşar ve İslam Bey Zekiye’nin kollarında bayılır.

Zekiye, tedavisi için yanında revire gider, Miralay Rüstem Bey ile Sıdkı Bey ise gelmişten geçmişten derin bir sohbete dalarlar.

Üçüncü Perde

İslam Bey, hasta yatağında devamlı sayıklamakta, Zekiye ümit ve endişe ile başında beklemektedir. Günler sonra gözlerini açtığında Zekiye’yi görünce, şaşırır. Zekiye kendisini saklamaya Çalışsa da fazla direnemez ve iki sevgili konuşmaya başlarlar.

Düşman adım adım hedefine yaklaşıyor. Kaleyi ele geçirmesi an meselesidir. Tek çözüm kaleyi terk etmek ve düşmanın cephaneliğini ateşlemek gibi görünür. Bu iş için İslam Bey yaralı hali ile öne çıkar. İkinci öne çıkan kişi Zekiye’dir. Yanlarına Abdullah Çavuş’u da eklerler. Sıdkı Bey, Zekiye’ye çok dikkatli bakar ve “Oğlum mezarda yatar” der. Zekiye’yi oğluna benzettir.

Dördüncü Perde

Günler geçti ve düşman toparlanmaya başlar. Sıdkı Bey, çocukları düşmana gönderdiği için bin defa pişmanlık duyarak ortalıkta dolaşmaktadır. Sonunda Abdullah Çavuş ortaya çıkar ve olanları anlatır. Anlattıklarından İslam Bey’in büyük bir kahramanlık ve fedakârlık örneği göstererek düşmana büyük kayıplar verdirdiği anlaşılmaktadır. Bu konuşma devam ederken, İslam Bey kel kafasında kırık bir kılıçla ortaya çıkar, ardından tabii ki Zekiye gelir.

Sıdkı Bey, İslam Bey’i “oğlum” diye coşkuyla kucaklar ve alnından öper. İslam Bey de onun elindedir. Sonra Sıdkı Bey çocuğun nerede olduğunu sorar. İslam Bey, Sıdkı Bey’e olanları anlatır. Sıdkı Bey kızı yanında getirmesini söyler. Sıdkı Bey, Zekiye’ye sorduğu sorulara aldığı cevaplardan kendi kızı olduğunu söyler; Zekiye, yüzündeki pozun anneannesi ve ağabeyi ile aynı olduğunu görür ve Sıdkı Bey’in babası olduğunu anlar. Baba ve kızı sarılmak. Mutluluklarına söylenecek söz yoktur.

Bu esnada, Abdullah Çavuş eratın önüne düşmüş, onları “Arş Yiğitler Vatan İmdadına” marşını söyleterek yürütmektedir. Sıdkı Bey’in önüne gelince dururlar. Sıdkı Bey erat önünde şu tarihi konuşmayı yapar:

“Arslanlanım Doksan gündür çekmediğiniz belâ, görmediğiniz cefa kalmadı. Osmanlıların namusunu göklere çıkardınız. Vatan sizden hoşnuttur… Vatanımızın faydasını koruduk, yine de koruruz. Her zaman koruruz. Biz her zaman bu yolda ölmeye hazırız. Yaşasın vatan! Yaşasın Osmanlılar!”

Askerler de hep bir ağızdan: “Yaşasın vatan! Yaşasın Osmanlılar!” diye haykırır ve perde kapanır.

Alt sayfalar:

Alt sayfa bulunamadı.